“Filozoflar binlerce yıldır özgür iradeyi tartışıyorlar ve ilerleme kaydediyorlar. Ancak sinirbilimciler, bir çini dükkanına bir fil gibi daldılar ve bir çırpıda çözdüklerini iddia ettiler.
-Uri Maoz (1)

Yaptığımız tercihlerin genellikle bizim elimizde olduğuna inanırız, belki de inanmak isteriz. Sorumluluğun bize ait olduğunu, gücün tamamen  bizde olduğunu düşünmek hem varlığımızı daha değerli algılamamızı hem de daha rahat hissetmemizi sağlar. Peki, bu düşünce, hayatın gerçekçi bir yansıması mıdır? İçten içe herkesi dürten bir tereddüt vardır, ya ben değilsem bu tercihi yapan? Söz edilen güdü insanlığın var olduğundan beri var olacaktır ki özgür irade probleminin doğuşu bu kadar eskiye denk gelmiştir. 

Özgür iradeyi iki tercih arasından birini seçmek ile sınırlandırmak ontolojiyi dar bir çerçevenin içine hapsetmemize neden olacağından bu yol ayrımına gelinen süreç gözden çıkarılmamalıdır. Saf bir özgür iradeyle vardığımıza inandığımız seçim anını, o ana gelmemizi sağlayan koşullar olmasaydı mevcut yaşamımızın bambaşka bir şekilde seyredeceğini düşünerek değerlendirmeliyiz. Kimilerine göre ‘özgür irade yanılsaması/illüzyonu’ olarak tabir edilen bu yüksek inanç bizi bu noktaya getiren olaylar kümesini unutturur ve yalnızca o ‘an’dan ibaret olduğunu fısıldar. Başka insanlara/koşullara da bağlı olan sayısız karşılaşma ve tesadüfte neredeyse hiçbir özgür kararımızın olmadığını düşünebiliriz ve bu düşüncede pek de yanılmıyor gibi gözükmekteyiz. Eğer tüm olaylar bir nedene bağlıysa o halde önceden bellidir, önceden belli olan bir olayda iradeden söz edilemez. Eğer her olay bir nedene bağlı değilse de tesadüfendir ve tesadüf eseri olan eylemlerden sorumlu tutulamayız bu durumda yine irade ortadan kalkar. Wegner gibi bazı psikologların görüşüne göre ise bu konuda konuşabilmek için öncelikle şu sorunun cevabını çözümlemek gerekir: insan ne kadar bilincindedir? Bilinç ve dikkatin özgür iradenin temel taşları olduğu düşünülmektedir. Ona göre davranışın asıl nedenini bilinçli düşünceler değil bilinçsiz düşünceler oluşturmaktadır bundan dolayı özgür irade insanın sahip olmadığı ve olamayacağı bir yetidir. (2)

Nörobilim, temel disiplinlerle birleşerek güçlenmiş, pek çok alt disiplinle etkileşime girerek geniş bir alana yayılmış ve bunda başarılı da olmuştur. Ontolojinin temel sorularından biri olan özgür irade problemi son yıllarda nörobilimin de ele aldığı bir problemdir. Yaklaşımda ele alınan ilk tartışma konusu şüphesiz neyin neyi etkilediğidir. Bir eylemi yapmaya götürecek kararı vermedeki neden tamamen nöronlar arası etkileşimden mi kaynaklanır yoksa bu karar verildikten sonra eylemi gerçekleştirmek için mi beyinde nöral etkileşim oluşur? Libet’in çalışmasına göre harekete geçmeden yaklaşık çeyrek saniye önce bu kararın beyinde verildiği görülmüştür (3). Bu sonuç nörobilim açısından ne kadar heyecan verici olarak nitelendirse de pek çok felsefeciyi tatmin etmemekte ve eleştirilmektedir. Hemen hemen tüm kararlarımız bilinçsizce verilmektedir üstelik, Spinoza’ya göre, istekte bulunmayı fark etmek bunun neden istendiğini bildirmez sadece istekte bulunulduğunu gösterir (1). Phineas Gage ve Whitman vakaları incelendiğinde beyinlerinde var olan komplikasyonlar nedeniyle kendi benliklerinde uzaklaştıklarını görmekteyiz. Whitman -aralarında aile bireyleri de bulunan- 13 kişiyi hiç pişmanlık duymadan öldürmüş ve otopsi talep ettiğini çünkü kendisinde bir anomali hissettiğini belirten bir not bırakmıştır. Otopsi sonuçlarına göre gerçekten de beyninde tümör tespit edilmiştir. O halde yapılan eylemin sorumlusu tümör müdür yoksa Whitman mı? Ahlaken elbette Whitman sorumludur ve olmalıdır da fakat eylemlerin aslen beyindeki determinasyondan dolayı olduğu ve yalnızca özgür irade ile verildiği sanılan her kararın altında determinasyonun yattığı düşüncesinin güçlenmesine neden olmuştur. Bu sav göz ardı edilip irade sorgulamasının dışında etik üzerine yapılan çalışmaların da özgür iradeye bağlı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla var olan düzenin birliği için özgür iradenin varlığına en azından ahlaken inanmak tutarlı bir toplumun ön koşulu olarak görülmekte. (4) 

İnsanı anlamaya, nörobilim sayesinde, hiçbir zaman bu kadar yakın olmadığımızı söylemek yanlış olmayacaktır. Yine de redüksiyonist yaklaşımın insan doğasını tamamen tasarlaması imkansız gibi gözükmektedir. Sosyal bilimlerden yeterince yararlanmamak bizi, medeniyetin doğuşundan beri meşgul olduğumuz soruların cevaplarına git gide uzaklaştırmakta. Örneğin, eşit olmayan koşullar, durumlar, insanlar için özgürlükten nasıl söz edilebilir veya söz edilen şey gerçekten ‘özgürlük’ müdür? Kulübede yaşayan saraydaki özgürlüğe zihnen sahip olabilir mi veya olmalı mı? Bu soruları sosyoloji ve felsefeden yararlanmadan sormak, cevaplamak oldukça indirgemeci olacaktır. Beyin kendi kendini anlamaya çalışan bi organ olarak oldukça kompleks bir yapıya sahiptir ve belki de salt nörobilime bırakılamayacak kadar kıymetlidir. ‘Şey’ anlaşılabilmek için öngörülebilir olmayı talep eder ve biz -en azından- bulunduğumuz noktada beyni öngörememekteyiz.

Tabanında pinpon toplarının sıralarla dizilmiş ve her bir topun da bir fare kapanı üzerine dikkatle yerleştirilmiş olduğu bir hazne düşünün. […] Haznenin içine yukarıdan tek bir pinpon topu bırakacak olursanız, nereye düşeceğini matematiksel olarak doğrudan öngörmek üç aşağı beş yukarı mümkündür. Ama top tabana çarptığı anda öngörülemez bir zincirleme tepki başlatır. Çarpma etkisi, […] karmaşıklık patlaması halini alır…” (1)
  1. Gültekin, A. (2021). Spinoza’nın Özgürlük Anlayışının Nörobilimsel Deneyler Işığında Değerlendirilmesi
  2. Daniel M. Wegner, 2002, The Illusion of Conscious Will 
  3. Yeltekin, P. (2020). 20. yüzyıl felsefesinde özgür iradenin varlığı problemi
  4. Kankoç, R. (2020). Özgür İradeye Yönelik Genel Yaklaşımlar, Özgür İradenin Nörobilimsel Açıdan İncelenmesi ve Özgür İradenin Varlığı Sorununun Tıp Etiğine Etkileri
  5. Uzbay, İ. T. (2015). Beyni anlamak sadece nörobilim ile mümkün mü? Beyin yüzyılında nörolojik bilimlerden sosyal bilimlere yeni açılımlar, yeni yaklaşımlar

-Psk. A. Burçe Elginoğlu